<$BlogRSDUrl$>

Friday, March 03, 2006

ama artik atesim dusmusken, yine de basim donuyor ve raporu hemen yazmis olmak icin ekranin saatini ileri almaya calisiyorken calan su sarkilar beni bana dondurmeye calisiyorlar, silkeliyorlar sarsiyorlar, fena da sayilmazlar kiz afferim bak parmaklarim tempo tutmaya basladi:

gogol bordello - dogs were barking
floater - minister
three penny opera - angry inch
gogol bordello - oh no
the subways - i want to hear what you have got to say
bad religion - broken
modest mouse - doin' the cockroach
gogol bordello - immigrant punk
girls in hawaii - time to forgive the winter
the line - beyond the border
mark geary - i fell
the starvations - rising horizon
the decemberists - shanty for the arethusa
gogol bordello - ave b.
khaleel - try
midnight evils - another line
nine black alps - llane song
great lake swimmers - bodies and minds
the buckners - what you'd give
snmnmnm - indian nation
soft canyon - hope's great divide
train - my private nation
mark knopfler - why aye man
cat power - nude as the news
the go station - hold on

atesler icinde bilincimi ararken su sarkilarda huzur buldum

rufus wainwright - the tower of learning
lambchop - the new cobweb summer
rufus wainwright - greek song
belle and sebastian - the boy done wrong again
devendra banhart - some people ride the wave
casey stratton - whole
rufus wainwright - milbrook
warren zevon - accidentally, like a martyr
blue merle - if i could
julian lennon - day after day
david berkeley - jefferson
spoon - don't let it get you down
ben folds - jesusland
andrew morgan - preacher's ego
pavement - we dance
ben folds five - emaline
jim bianco - untended fires
patty griffin - peter pan

mutesekkirim herbirine tek tek.

Monday, October 24, 2005

beynimde biriken komur tozlarinin yavas yavas bir yumak haline geldigini ve nazal yollarimi takiben burnumdan asagi indigini hissediyorum. bir kismi burnuma sapmayip agzima dogru yol aliyorlar ve agzimdan pööfffffffff diye disari puskuruyorlar. klavyem simsiyah oldu. ya da zaten siyahti ve ben daha yeni farkediyorum.

benim calismam lazim. calismam lazim. calismam. calismam be bana ne. calismam eger calismak istemiyorsam. tamam mi.

Wednesday, October 05, 2005

sonraki baska bir gun yine beklerken ve yagmur da yagiyorken yaklasik 3 dakika (yalan soyluyorum, gecen zaman hakkinda hicbir fikrim yok, ama 3 dakika oldugunu dusunmek istiyorum) sadece onume baktim. elimde semsiyem vardi ve onu da hareket ettirmedim o 3 dakika boyunca. 3 dakika sonra cep telefonumu cikarip zaten silmis oldugum mesajlarin silinmis oldugunu kendi kendime teyid ettim. sonra bekleme surecini daha agrisiz gecirmek icin cep telefonunun yardimina ihtiyacimin olmasina sinirlenip onu cantama koydum ve cep telefonsuz da gayet mutlu bekleyebilmem gerektigini dusundum. 1 dakika boyunca onumdeki dakikalarda neler yapabilecegimi gozden gecirdim ve tirnaklarim oldugu aklima geldi. evet elimde tirnaklarim vardi ve onlara bakabilirdim. hangisi uzamis hangisi kirilmak uzere, anlamak icin bundan daha iyi zaman olabilir miydi? tirnaklarima bakmaya basladim. sanirim 3 dakikadan daha uzun bir sure baktim tirnaklarima. cok da iyi oldu, sag elimin yuzuk parmaginin tirnagi digerlerinden cok daha fazla uzamisti ve kesilmesi gerekiyordu. evde ilk is onu kesecektim. ben her halukarda tirnaklarima biraz daha baktim. kirilmak uzere olan yoktu. artik beklememe de gerek yoktu zaten. yurumeye basladik.

cafede oturup zeynep'i beklemeye koyuldum. beklemeye koyulmak perde asmaya koyulmak gibi extra hareket gerektiren bir eylem degil gerci, sadece masaya oturup menuye bakmak yeterli. yani eger siz beklemeye koyuldugunuzda kendi etrafinizda donup oz buyucusunden sarkilar soylemeniz ve ayni anda yaninizdan gecen 4. kadina nerede oturdugunu sormaniz gerektigini dusunuyorsaniz cok yaniliyorsunuz. beklemek icin tek yapmaniz gereken oldugunuz yerde durmak ve beklediginiz her neyse sizi en kisa zamanda bulmasi icin dua etmek. iste ben de zeynep'i beklerken ve elimdeki menuye bakarken aslinda beklemek icin hic de gerekli olmayan bir sey yaptim ve ne icmk istedigimi dusunmeye basladim. butun menuyu okuduktan ve hic ac olmadigim halde butun yemeklerin icinde ne oldugunu ogrendikten sonra espressoyla demlik cay arasinda kararsiz kaldim. aslinda o anda canim espresso icmek istiyordu ama zeynep'in de tam olarak ne zaman gelecegini bilmiyordum ve eger espresso zeynep'ten once masada olursa ve ben 4 yudumda fincandaki butun kahveyi bitirirsem zeynep gelene kadar ne yapacagim bir yana, zeynep geldikten ve icecegini ismarladiktan sonra da ne icmek isteyecegimi bilmiyordum, o yuzden icecegim sey her neyse hem tad hem icilme suresi olarak bana optimumda hizmet etmeliydi. iste demlik cay bu noktada digerlerinden siyriliyor ve espressoyu da ekarte ediyordu. evet evet ben demlik cay icecektim. hem bir suru gelecekti, hem demlikte duran cay fincana her konusunda sicak kalacakti, hem de kahveden cok daha saglikliydi. artik sira siyah cay icmek istemedigime gore hangi bitki cayini icmeyi istedigime karar vermekteydi. ihlamur icecektim. ya da ada cayi. o sirada yandaki masaya cappuccino geldi. ben de garson geldiginde ihlamur veya adacayi, aklimdan tam o anda hangisi gecerse onu soylemeye karar verdim. buyuk bir demlik bitki cayi. garson geldi. ve ben cappuccino ismarladim.

Tuesday, September 20, 2005

son 2 haftadir odami toplamaya calisiyorum ama odam su ana kadar bu cabaya karsi muhtesem bi savas verdii ve toplanmamakta direndigi icin bu surec cok yavas isliyo. gerci bu surec icinde ben de 23 sene once bi kenara atip unuttuum nesneleri buluyorum (ne garip di mi, 2 yasinda ben bu evde bile diildim) sonra mutlu oluyorum hic yoktan, iste bunlardan biri de asaada begeniye sunulan orta 2 kompozisyonu sayin okur. gerci begeniye de sunulmuyo aslinda, cunku ben zaten kendisini cok begeniyorum hatta orta 2de boyle bi kompozisyon yazabildiysem niye simdi gunlugun yandan yemisi bu blogda bile yazicak sey bulamiyorum bilmiyorum hatta niye simdi lafi da bu kadar gereksiz uzattim onu da bilmiyorum siz asaadaki kompozisyonu okuyun. ustelik orda imla hatasi bile yok, tukkccesi gayet iyi bak hala uzatiyorum niye ben boyle oldum allaam. basligi bile ne guzel bulmusum, nasi kult belli diil, "orhan bey'in sonbahar notlarindan" devami asagida. en bi orjinal haliyle.
5 ortali defterden laptopa gecirdigim anda edit: ya ben burda orhan bey diye adada yasayan bi yazardan bahsediyomusun ama yemin ederim o zamanlar (11 sene once) orhan pamugu tanimiyodum ben yaaa. korktum simdi.

orhan bey, sisli'deki evini ziyarete gelmisti. ziyarete diyorum cunku buraya ayda bir veya iki kez ugrar. gunlerini, haftalarini adada gecirir. arada bir sisli'deki evini yoklamaya gelir. o sali gunu de boyle gunlerden biriydi. orhan bey vapurdan iner inmez evine gitmis, yagmur yagdigi icin guzel gostermeyen televizyonu acmis, boyle giderse gozlerinin bozulacagini anladigindan kisa bir sure sonra kapatmisti. tam kitabini okuyacakti ki, su sesiyle irkildi. muslugu acik biraktigini sanarak banyoya kostu. yanildigini anladi ve mutfaga girdiginde tavanin akmakta oldugunu gordu. dairesi en ust kattaydi. yine yagmur yagdigi icin sular evin icine giriyordu. sivasi dokulmus olan duvarlara, sisli'ye her gelisinde yaptigi gibi bir goz atti. aslinda pek aldirmiyordu, zaten kiraciydi. ev sahibiyle bu konuda konusmus fakat ev sahibi hanim tum masrafin kiraci tarafindan odenmesi gerektigini soyleyince cevap vermemisti. eve de cok ugramadigini dusunerek kendi kendini avutmustu. gozlerini duvardan ayirip saate bakti. "neyse" dedi kendi kendine, "bu sefer gec kalmadim". sisli'ye her gelisinde eviyle ozlem gidermesi zaman alir, vapuru kacirmamak icin de alisveris yapamadan adaya giderdi. paltosunu giyip cantasini aldi. evine son kez bakti, kapiyi cekti ve kilitlemeye bile gerek duymadan merdivenden inmeye basladi.
esnafin onunden gecerken onlarin kendisini tanimayarak bakmasi dogrusu biraz gucune gidiyordu. oysa ada oyle miydi? oradaki herkesle ahbap olmustu. bakkalin onunden her gecisinde ihtiyaclari alirdi; bunun yaninda dukkan sahibinin hediyesi olarak yumurtanin en tazesini almayi, manavla da ayakustu sohbet etmeyi adet haline getirmisti. gerci sonbahar geleliberi onlar da ortalarda yoktu. ne de olsa onlar da yazin sonunda diger insanlar gibi yavas yavas buralari terkediyorlardi. ama ada onlar olmadan daha bir sessiz, issiz oluyordu. alacaklarini aldi, kosar adimlarla otobus duragina gitti, oradan da vapura. vapura giderken apacik kosuyordu. gec kaldigindan degildi ama en iyi yeri kapmak istiyordu. bunu yaparken, kendini pastanin en ustundeki sekeri kapmaya calisan bir cocuk gibi goruyordu. nasil seker o cocuk icin pastanin en guzel yeriyse, vapurun en iyi tarafi da denizi, martilari birarada goren yerdi. gozlem de en iyi orada yapiliyordu. orhan bey, yazardi. dogayi, denizi, hayvanlari ve en onemlisi yasami cok sevdiginden yazarligi secmis, bazi kitaplari da yayinlanmisti. ilk kitabini yazdiginda nasil da heyecanlanmis, yayin evine kosarak gitmis ve kitabin birinci baskisini eline aldiginda gozleri nasil dolmustu.
adaya vardiginda gozlerine ilk olarak balikcilar takildi. onlar da orhan bey gibi hayatlarini adada gecirirlerdi. bazilarini taniyordu. tugrul reis'i gorur gormez yuzu aydinlandi. onu cok severdi. tugrul reis de baligin en guzelini ona ayirirdi. islak aglarin arasindan son baliklari cikariyordu. arada bir durup ona ve diger balikcilara arkadaslik eden martilarin sesini dinliyor, guc topluyor, sonra yine isine donuyordu. hava kararmaya baslamisti. artik diger balikcilar evlerine gitmeye hazirlaniyorlardi. tugrul reis arkasini donunce orhan bey'i gordu. isinin basindan ayrilip ona dogru yurumeye basladi.
-hosgeldiniz, orhan bey.
-hosbulduk. balik var mi?
-bu sene iyice azaldi baliklar. denizi de kirleten kirletene. nasil istanbul?
-nasil olsun. bir kargasadir gidiyor.
-oralari da bozuldu.
-yagmur yaginca daha bir beter oluyor.
-oturmaz misiniz? dedi tugrul reis ve kendisinin oturdugu yerin yaninda bir yer acti.
-yok, sagol. ben seni tutmayayim. haydi iyi aksamlar.
-size de.
orhan bey eve giden yokustan cikmaya basladi. aniden yukaridan birkac yagmur damlasi geldi. bu saganak bir yagmurun baslayacagina isaretti. orhan bey adimlarini hizlandirdi. son yokusu da ciktiktan sonra yasli konak tum guzelligiyle belirdi. iste orhan bey'in hayatini gecirdigi evdi bu. orhan bey burada dogmus, cocuklugunu, gencligini burada gecirmisti. cocukluk arkadaslarini burada edinmisti. sonra herbiri teker teker istanbul'a gittiginde yapayalniz kalmisti. universiteye gidebilmek icin istanbul'a yerlesmis, halasinin yaninda yasamaya calismisti. ada ozlemi hic bitmemisti. universiteyi de birakmak istemiyordu. cocukluk arkadaslarini bulmak istemis, bazilarini bulmustu.ama hic birinin cocukluk gunlerini geri getiremeyecegini anlayinca bu sevdadan vazgecmis, yeni arkadaslar edinmeye calismisti. fakat zaman gectikce ada ozlemi tum siddetiyle yeniden belirmisti. edebiyat fakultesini bitirir bitirmez tekrar adaya gelip zaten eskiden beri yapmak istedigi yazarligi yapma imkani bulmustu.
orhan bey yagmurdan sirilsiklam islanmis halde kapiyi acti. karsisinda konagin bekcisi duruyordu:
-nasilsiniz diye bakmaya geldim de.
-iyiyim, sagol. iceri girmez misin?
bekci iceri girdi. biraz konustular. o gittikten sonra orhan bey radyoyu acti. gunboyu okuyamadigi gazetesini aldi, okumaya basladi. okumayi bitirdikten sonra hemen yatti.
sabah kalktiginda saat cok gecti. kahvaltiyla ogle yemegi arasi birseyler yiyip kendini disari atti. tum gece yagan yagmur bitmis, arkasinda islak yollar ve mis gibi bir toprak kokusu birakmisti. orhan bey bu kokuyu icine cekerek uzun uzun yurudu. adada kimse yoktu. balikcilar da denizde olmaliydilar. birden bu yalnizlik onu rahatsiz etti. acaba istanbul'a gitsem mi diye dusundu. orada hic olmazsa bir hareket, bir canlilik vardi. ama sonra tozlu yollari, camur goletlerini, gurultuyu hatirladi ve buradaki yalnizligin istanbul'daki yalnizliktan daha iyi oldugunu dusundu. ormana dogru yurumeye basladi. sapsari yapraklarin olusturdugu bir tunelin altindan gecti. bu tunelin hic bitmemesini diliyordu ki, tekrar yagmur yagmaya basladi. bu sefer bir iki damlayla degil, tum gucuyle bastirmisti. adimlarini siklastirarak eve dogru yurudu. aslinda yasami istanbul'da cakili olmadigi icin sansliydi. yoksa hayatinin geri kalan zamani daha zor gecebilirdi. sonra, hic istanbul'da olmadigina gore neden oradaki ev icin para odemek zorunda oldugunu dusundu ve hic vakit kaybetmeden ev sahibine telefon etti.
-alo, buyrun?
-aysel hanim, ben kiraciniz, orhan oguz.
-evet, buyrun?
-ben evden cikmak istiyorum. esyalar onemli degil. zaten pek bir degerleri yok.
-nasil isterseniz. biraz sasirdim dogrusu, aninden. neyse, bu ayki kirayi almayayim o zaman.
-tesekkur ederim. istanbul'a geldigimde tekrar konusuruz. iyi gunler.
-size de, efendim.
orhan bey telefonu kapatir kapatmaaz derin bir soluk aldi. paltosunu tekrar giydi ve disari cikti. yagmura aldirmadan yurudu. yuzunde mutlu ve rahat bir ifade vardi.

sen gel seni krallar gibi yasaticaz diyen ebeveynin, krallar gibi yasatmak derken, utu yaptirmak, yemek yaptirmak, ev temizletmek, arabayla oraya buraya biraktirmak, sonra tekrar arayip gel isimiz bitti bizi al ya da yok yok alma biz gec kaliriz sen takil ama sabaha kahvalti hazir olsun demek, utu yaparken acilan mtvnin sesini kistirmak demek istedigini ben 25 senedir anlamadiysam suc sadece ve sadece bendedir evet.
sonuc: mtv hergun ayni klipleri yayinliyo. bi de ben ne guzel kurabiye yapiyorum be.

Thursday, September 15, 2005

aniden mutsuzluk bastirdi. niye yaaaa. iyiydim ben?

su anda cok mutlu olmamin nedeni sufer bi olimpos tatili gecirmis olmam mi yoksa o tatili hastalanmayarak bitirebilmis olmanin verdigi fiiuuv rahatligi mi (gerci tehlike hala gecmis diil, daha demin tam 4 kere hapsurdum) yoksa kilo almis olmam ve birden bu kilolarin bana gayet de yakistiini dusunmus olmam mi yoksa koroya 1 degil tam 2 koldan sarilacak olmam mi (veya daha cok o korist kisileri haftada en az 1 degil tam 2 kez gorecek olmam da olabilir) yoksa is basvurusu gonderdiim sigorta sirketlerinden ya is gorusmesi talebi gelirse ve ben ayda 500 milyona calisan bi sigortaci olursam ne kadar da muttesem olur diye dusunmem mi (yani bu bile mutsuz edemio simdi beni bilmem anlatabilio muyum) bilmiyorum amaaa sanirim beni esas mutlu eden almanyadaki sigorta sirketinin (sigorta kelimesi essesli olabilio muymus yaw) uyeligi eylul sonunda bitireceklerini ve ekimde para cekilmeyecegini onayladiklarini harika bir email vasitasiyla belirtmis olmasi; ben o 60 euroyla neler yaparim beeeeee.

bi de bunu okuyup a ne mutlu bak goruo musun ben niye mutlu diilim diyip de nazar degdirmeye calisanlar beyinlerinde dokulen kursunla cezalandirilacaklardir. siz de gidin mutlu olun kardesim bana ne satasiosunuz.

ben yazmaya basliorum yeniden.

kacin. ya da durun durun kacmayin canlarim benim. cok seviyorum sizi ben.

Friday, November 26, 2004

bi de ben kesin karar verdim, bu benim evdeki kiz "yemek yakilir" diye ogrenmis. mumkun diil cunku baska turlu her yemegin yanmasi. basindan ayrilip da unutup yemek yansa sorun yok (yine sorun var da en azindan kulagini cekerim bak bi daha yapio mu), bu gayet basinda yemegin yanmasini bekliyo. hadi o yansin bana ne, ama onunla beraber tava da yaniyo, o nolucak.

en sonunda dayanamayip hocaya attiim mailin bir kismi asaadaki gibidir. buyruueen.

"i am using the piping method for the rest of the feed but there is always so much feed at the bottom combined with excretion, that this week I had to do it everyday although my initial plan was once every 3 days. I know that it's too much stress for them but they don't seem to eat anything. i'm afraid of losing a number of shrimp again due to stress. i really don't know what is NOT too much stress for them. if i knew sth that will not give them any stress, i'd definitely do it. otherwise i'll add prozac in their feed. i might really do that!"

meali:
"yeter. yeter ben istemiyorum artik bunlarla ugrasmak. olm kendi olcumlerime baslayamadim anasini satiim bu adamlari hayatta tutucaz diye. nasi bi metabolizmaysa, yanlarinda el cirpinca kalp krizi geciriyolar, verdiim yemegi de yemiyolar, ben daha napiim bunlara bilmiyorum, bi hayvan hic mi deger bilmez anlamadim ki."

Friday, November 19, 2004

bikac haftadir durduk yere eskiden gelen kokular duyuyorum. misal:
-ilkokulda her hafta okula goturdugum peynirli sandvicin kokusu
-ortaokuldaki kutuphanenin kokusu (bu ayni zamanda alip eve getirilen kitabin kapagini ilk actiimda gelen koku olmakta)
-yuzme ihtisasin soyunma kabinlerindeki koku
-back stagedeki makyaj kokusu
-once ne oldugunu tam anlayamadiim ama sonradan farkettiim, taaaa 5 yasinda gittiim bale okulundaki havlularin kokusu
sonra bu kokular beni boyle aloolar biyerlere gorutoolar, ben duragi kaciriyorum onlarin yuzunden.

This page is powered by Blogger. Isn't yours?

don't refrain from curiosity may driimbuk
arouse others' curiosity iz birakin..
Dreambook